top of page

garipleri kim sever?

  • Autorenbild: Nuriye Özsoy
    Nuriye Özsoy
  • 17. Mai 2016
  • 4 Min. Lesezeit

Bugün size anlatmak istediğim hikaye, Kerem’in hikayesi. Onu yeni göreve başladığım okulda bir sabah geç kalan öğrecilerden biri olarak tanıdım. Üstü başı kir içinde, oldukça esmer tenli bir çocuk. Her sabah geç geldiğini söyledi sınıf arkadaşları hep bir ağızdan. En ufak bir sorunda biribirlerini şikayet etmek, gammazlamak konusunda çok mahirler çocuklar. Elbette bu onların suçu değil. Onları böyle davrandığında ödüllendiren biz eğitmenlerin ve ebeveynlerin suçu. Bir süre arkadaşlarını gammazlamanın ahlaki sonuçları üzerine konuştuk sınıfta. Çok uzun yoldan yürüyerek geliyormuş Kerem. 45 dakika sürdüğünü söyledi okul yolunun. Daha erken çıkmalısın dedim Kerem’e. İkinci derse ancak geliyordu her gün. Öğretmenler ve idarenin pek umrunda değildi bu anlaşılan; davranışını sene boyu sürdürdüğüne göre...

Bu sefer görev yaptığım okul çok dik bir yokuşun tepesinde, gecekondu ve lüks, yüksek binaların birbirine geçen tezat görüntüleriyle dikkat çeken bir semtte, yeni yapılmış bir okul. Okula yürüyerek gelmek sıkıntılı gerçekten. Okul servisi dışında okula gelen her hangi bir toplu taşım aracı yok. Ben her sabah taksi ile geliyor, ders bitimi eve yürüyerek dönüyorum. Kerem’e müdür muavininden geç kağıdı almasını ve bundan sonra geç kalmamaya özen göstermesini söyledim. Ben de tesadüfen Muavin Bey’in odasındaydım, Kerem geç kağıdı istemek için geldiğinde. Muavin Bey açtı ağzını yumdu gözünü. “Bunlar” zaten hırsızmış, geçenlerde “bunlardan” birisi okula bıçak getirmiş. Sürekli sorun çıkarıyorlarmış, “bunların” hepsi aynıymış, eğitim almak gibi dertleri yokmuş. Romenmiş “bunlar” – bu sözün arkasında her koyu tenli yoksul insana verilen bir ad olan çingene küçümsemesini okuyabilirsiniz. Neden okul üniforman yok, diye sordu Kerem’e. Bu arada, okulların bitimine iki aydan daha az bir süre kalmış. Ailem alamıyor, dedi Kerem kısık bir sesle. Herşeye para bulursunuz, okul kıyafeti almaya gelince yok, diye söylendi Muavin Bey. Bir 6. sınıf öğrencisi okul üniformasını kendi mi alacaktı acaba, diye geçti içimden? Ailesi almıyor ya da alamıyorsa, bu öğrenciye sorulacak bir soru mu? Kerem ağlamaklı çıktı odadan. İzin kağıdını verdi Muavin Bey. Oysa bence sorulması gereken neden geç kaldığı ve sürekli geç gelip izin kağıdı istediğine göre bunun sebebinin ne olduğuydu. Ailesinin adres ve telefonunu istemiştim derste Kerem’den. Bütün bilgileri doğru vermiş. Muavin arkadaşa göre bu çocukların ailesine telefonla ulaşmak mümkün değildi. Telefonla arasan ulaşamazsın, ulaştığında çağırsan gelmezler, diye söylendi. Oysa ben ilk aramamda annesine ulaşmıştım. Neden Kerem’in her gün geç geldiğini sordum annesine. Haberi yoktu kadıncağızın. Derslerin yediyi on geçe başladığını, çocuğun ona göre evden çıkması gerektiğini söyledim. Neden okul kıyafetini alamadıklarını da sordum. Üç çocuğunun bu okula gittiğini söyledi annesi. Biri 130 TL olan kıyafettten üçü için almak mümkün olmamış. Çöpten kağıt toplayarak geçiniyorlarmış. Ben çocuklarıma sabah kahvaltı bile veremiyorum dedi. Altı çocuğu varmış.

Müdür Bey’e bu telefon konuşmasını aktarıp, sorunu anlattım. Öğrencimize okulun yardım fonundan kıyafet alınıp alınamıyacağını sordum. Ayrıca çocuğa yılın sonunda – üstelik ailesine değil de kendisine – kıyafetinin neden olmadığını sormayı makul bulmadığımı söyledim. Müdür Bey, gelir gelmez iyilik meleği rolüne soyunmamam gerektiğini söyledi. Çoğu fakirliği kullanıyormuş disiplinsizliklerine mazeret olarak. Ben büyük bir hayal kırıklığıyla, Kerem’in ailesini ziyarete gideceğimi, bizzat durumu araştıracağımı söyleyerek odadan çıktım. Ertesi hafta Kerem’e evine ziyarete gelmek istediğimi söylediğimde, gözleri parladı. O günden sonra her gün Kerem’in karnı aç mı merak ediyorum. Bazen rastladıkça soruyorum. Gözlerini kaçırıp kaçamak cevaplar veriyor. Bir kaç kez simit parası verdim. Bir keresinde almak istemedi. Parasının olduğunu söyledi. Bu çocuklar otomatik olarak toptancı bir yaklaşımla suçlanıyor. Bu ve benzeri pek çok örnek yaşadım. Öğrencilerin bireysel ayrı kimlikleri yok çoğunlukla öğretmenlerin gözünde. Toptancı bir yaklaşımla hüküm veriliyor haklarında. Bu tür bir yaklaşımla büyüyen çocuklardan ileriki yıllarda, yetişkin olduklarında aynı davranışı görmek bizi hiç şaşırtmamalı. Koyun sürüleri gibi davranılan çocuklara başka türlü bir yetişkin olma şansı tanınmıyor zira.

Ertesi hafta evine gitmek için okul çıkışı buluştuğumuzda Kerem çok mutluydu. Evine öğretmeni gelecek diye herhalde. Dik bir yokuşu çıkıp yarım saat yürümek zorundayız. Yolda 8. sınıfa giden abisiyle karşılaştık. Bizimle kısa bir süre yürüdükten sonra işi olduğu gerekçesiyle yanımızdan ayrıldı. Yürürken kan ter içinde kaldığımız yokuş yukarı giden yolun nihayet sonuna geldiğimizi söyledi Kerem. Bakkaldan ikramlık bir şeyler alıp eve doğru yöneldik. Geldik öğretmenim, burası, dediği köhne ve basık bina evden çok kümese benziyordu. Anneni haberdar et, ben burada bekleyeyim, dedim. İçeri girdi yavaşça. Dakikalar sonra, buyrun öğretmenim, diyerek açtı kapıyı. Evde bir hareketlilik var. Anladım ki, abisi koşarak gelmiş önümüzden ve evi toplamaya uğraşıyorlar. Evin toparlanıp düzeltilecek bir hali yok aslında. İçeride yaşadığım utancı anlatmam olanaksız. İnsanların böyle bir yerde yaşamaya mahkum olması çok acı. Altı çocuklu ailenin en büyük çocuğu 8. sınıf öğrencisi. Çöp toplayarak geçindiklerini annesi daha önceki telofon görüşmemizde söylemişti. Ailece hepsi bu işi yapıyormuş, anne de dahil. Bizler çöp toplayıcılarını resimler ya da yanımızdan geçen derme çatma el arabalarını sürerken attığımız bir anlık göz teması dışında hiç tanımıyoruz. Herkes kadar insanca yaşamayı, saygı görmeyi haketmiyorlar mı bu insanlar? Şimdiye dek pek çok gecekondu bölgesinde çalıştım ve öğrencilerimin ailelerini ziyaret ettim. Ama böylesine bir fakirliğe ve sefalete hiç rastlamamıştım. Çay ikram edelim Hoca Hanım, dedi anne. Ben çok kalamıyacağımı, zahmet etmemelerini söyledim. İkram edecek çayları olduğundan kuşkuluydum. Çocuklar karşımda ezik, ellerini oğuşturarak oturuyorlar. Boy boy 6 yavrucak. En ufakları iki yaşlarında sanırım. Evde gördüğüm iki sedir, bir eski halı, odanın ortasına kurulmuş bir soba ve çöpten buldukları, aklına esince ara sıra çalışan bir televizyon. Anne bana yüzünü dönmeden yere oturdu. Bunun anlamı ne bilmiyorum. Yüzünü neredeyse hiç göremedim. Urfa’dan göçmüşler iki yıl önce. Çocuklarla arada Kürtçe konuşsa da benimle Türkçe konuşuyor. Konuşmasını anlamakta biraz zorlanıyorum.

Ertesi gün öğretmenlere Kerem’i tanıyor musunuz, diye sordum. Gene ne yaptı haylaz, dedi branşı gereği daha duyarlı olamasını beklediğim bir öğretmen. Hayır, bir şey yapmadı, evlerini ziyaret ettim, gerçekten çok yoksullar ve çok zor şartlarda yaşıyorlar, dedim. Geçende çöpleri karıştırırken gördüm onu, ona bir şey olmaz endişe etme Hocanım, dedi. Biliyor musunuz Hocam, işleri bu, bununla geçiniyorlar, dedim. Ama konuşma anlamını yitirmişti benim için. Sonuç, büyük bir hayal kırıklığı! Yoksul ve muhtaç insanları kimse sevmiyor. Onların değişmez kaderi bu sanıyor yoksullukla uzaktan yakından tanışmayan insanlar. Oysa aynı duruma bir gün düşmeyeceğimizin garantisi ne? Memleketlerinde mal varlıklarını bırakan Suriyeli göçmeler bu gün düştükleri sefaleti öngörmüş müydü dersiniz? Ne kadar emin ve güvendeyiz sırça saraylarımızda, her türlü konforu yaşadığımız evlerimizde.

Başkent Kadın Platformu Derneği’nin toplantısında, kuliste iki arkadaşıma anlattım yürek yangınımı. Hiç düşünmeden aileye yüklü para yardımı teklif ettiler kısıtlı bütçelerinden arkadaşlarım. Ne evi, ne arabası olan yüreği zengin sevgili gönül dostlarım. İyi ki varsınız. İyi ki mal, mülk ve makam sizler için bu kadar değersiz. İyi ki mazlum ve ezilenlere umarsız değilsiniz. Varlığınız içimi ısıtıyor ve yaşama sevinci veriyor bana.


 
 
 

Comentários


bottom of page