top of page

bir öğretmenler gününün hatırlattıkları

  • Autorenbild: Nuriye Özsoy
    Nuriye Özsoy
  • 23. Nov. 2015
  • 2 Min. Lesezeit

Aydın’da ilkokul üçüncü sınıfın yarısına kadar okudu. Öğretmeni onu o kadar çok sever ve överdi ki, üçüncü sınıfın yarısında taşındıkları Ankara’da gittiği ilkokulda yaşadığı tam bir şoktu. Hep el üstünde tutulup şımartılan bir öğrenciyken, sıradan biri olmanın hüsranını ilk defa bu yaşlarda yaşadı. Bu gün bile adını hiç tereddütsüz hatırladığı Zekiye öğretmen, onu gerçekten sevgisiyle çok şımartırdı. Bekar bir genç hanım olan, çocukları çok seven, ama nedendir bilinmez evlenmeyi hiç düşünmeyen, yaşlı annesiyle birlikte yaşayan öğretmeni, çok sonraları öğrendiğine göre, onu evlatlık olarak almayı teklif etmişti annesine. O zamanlar dört kızı olan annesi için bunun kolay olacağını düşünmüş olmalı öğretmeni. Annesiyse, bunun mümkün olmadığını anlatmıştı ona nazik bir dille.


Yaşlandığında bile eksilmeyen titizlik huyuyla annesi bütün kızlarını çiçek gibi gönderirdi okula. Siyah önlüğün altında, her zaman jilet gibi ütülenmiş beyaz pantolonları, ütülenip kolalanmış kordelaları, bembeyaz yakalıkları, taranıp tepeden bağlanmış açık kumral saçlarıyla okulda dikkat çeken çocuklardı kardeşiyle o. Ama titiz bir anneye sahip olmak, aynı zamanda ertelenmiş bir çocukluk yaşamak demekti. Bu özenle yıkanıp ütülenmiş elbiseleri, toz toprak içinde çılgınca oynayıp kirletemezdiniz. Banyo yaparken de, derinizin halı yıkar gibi sürtülmesine dayanmak durumundaydınız. Kendi çocuklarını da bir miktar aynı titizlikle büyütmüş olmasını şimdi esefle anıyor. Ama yetiştiriliş tarzlarımız, bizim şuuraltımıza kazınıyor. Siz bunu farkedip değiştirmeye yeltenmediğiniz sürece, size hakim olmaya devam ediyor.


Bir 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamasında annesiyle Zekiye öğretmeninin tartıştıklarını hatırlıyor. Öğretmeni, bütün sınıfın katılıdığı kutlamaya onun katılmayacağını öğrenince, annesini çağırmıştı görüşmeye. Ellerinde kır çiçekleri ile dolu sepetlerle Aydın sokaklarında geçit resmine katılacaktı öğrenciler. Kızların giyeceği beyaz puanlı pembe elbisenin kolları ve eteği kısaydı. Annesi, bu elbiseyi kesinlikle kızına giydiremeyeceğini söylüyor, öğretmeni de, bütün okulun katıldığı bir kutlamaya katılmamanın, onun üzerinde yaratacağı hayal kırıklığını anlatmaya çalışıyordu. Annesinin kararlılığını ve ikna edilemeyeceğini görünce, elbisesinin kollarının uzun olması ve elbisenin altında pantolon giyebilmesi için Müdür’ü ikna etmeye çalışacağını söyledi öğretmeni. İkna etti de. Sınıfın elbiselerini diken terziye provaya giderken, kollarında bir kanat eksikti adeta, uçarak gitmişti. Uzun kollu elbisesi ve kısa eteğinin altında pantolonuyla, herkesten farklı olmayı ilk kez bir çocuk bayramında tatmıştı. Ve bu kekremsi tadı, ömrü boyunca sevemeyecekti. Ama, o bayram yaşadığı mutluluk yine de tarifsizdi.


Ankara’ya taşındıklarında yazdırıldığı ilkokul evlerine çok yakındı. Ama bu okula hiç alışamamıştı. Okula alışmasını sağlayabilecek öğretmeni, çok iyi ve fedakar bir öğretmendi, ama birliktelikleri çok kısa sürmüştü. Dudaklarının her zaman neden mosmor olduğunu, dördüncü sınıfın yarısında, sınıfa onun ölüm haberi geldiğinde anlamıştı. Öğretmenleri kalp hastasıydı ve onları yarı yolda terk edip gitmişti istemeden. Okula yakın bir binanın alt katındaki boş bir dükkanın sahibinden rica etmişti de, hafta sonları orada hikayeler okuturdu öğrencilerine. Hastalığına rağmen gönüllü verdiği bu hizmet sayesinde çocuk edebiyatının çeşitli eserleriyle ve Kemalettin Tuğcu ile tanışmıştı. Hafta sonları yapılan bu gönüllü edebiyat seanslarına, sınıfça seve seve giderlerdi. Öğretmenlerinin sandalye ve sıralar koydurttuğu bu dükkanda, edebiyata ilgisinin ve kitap okuma sevgisinin temellerini atan, hayatına kısa bir süre girip çıkan rahmetli öğretmeninin, ne yazık ki ismini hatırlamıyor. O, Anadolu’da özveri ile görev yapan, isimsiz kahraman binlerce öğretmenden sadece biri idi. Huzur içinde yatsın.

 
 
 

Comments


bottom of page